Enes SAVE
Üye
- Katılım
- 2 May 2010
- Mesajlar
- 37
- Tepkime puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 54
- Adı
- Enes SAVE
Merhaba Dostlar,
Aylar süren sakatlığım beni ondan bir şekilde ayrı bırakmıştı. Neyse ki tam zamanında iyileşip levrek sezonuna yetişebilmiştim. Gerçi bu ayların pek verimli olmadığını ifade ediliyordu . Ancak mevsim olup olmaması ya da avlakta levrek kalmaması benim için bu asla mazeret olamazdı. Uzun yıllar önce doğal yemle yapmış olduğum levrek avları kendi bilgilerimi teyit eder nitelikteydi. Levreğin hangi ay nerede olduğunu bilmek avlamayı basitleştiriyordu.
Avlağımın bulunduğu beldeye varınca eşyalarımı boşaltıp hemen avlağa vardım. Suyun rengi düzelmiş, at-çekle levrek avı için uygun hale gelmişti. Rüzgar ise hemen hemen hiç yoktu. Buna av saatimdeki ayın durumunu da ekleyince yakalamamak aslında daha büyük başarı olacaktı.
Balığı özlediğim için akademik çalışmaya girmenin alemi yoktu. En avcı sahtemi çantamdan çıkarıp taktım ve çalışmaya başladım. Kulaklarımda sanki Liverpool taraftarının “You’ll Never Walk Alone” şarkısını duyuyordum. Nitekim bu ilk seansta toplam bir adet denk geldi. Henüz erişkin olmamış bir tanesi ise suya geri salındı. Aslında daha fazla olabilirdi ama sanırım biraz gergin olmam balıkları sahteye atlamada pek istekli kılmıyordu.
Artık rahatlamıştım. Birkaç arkadaşıma durumu keyifle anlattım. Yine balığa çıkıp çıkmayacağımı sorduklarında birkaç gün ara vereceğimi söyledim, inanamadılar.
Bu verdiğim araya orta kulak iltihabı da girince kırdığım ayağım aklıma geldi. Bu bana levreğin bir laneti miydi? Kulağım henüz tam iyileşmemiş olsa da bilindik eziyeti bana çektirmiyordu. Yine ona susamıştım.
Kulaklarıma temiz birer tane çorabı yerleştirip üstüne beremi taktım ve ava gitmek üzere yola koyuldum. O gün akademik çalışma yapmaya karar verdim. Bu nedenle ikinci seansta beni hiçbir zaman yüzüstü bırakmayan sahteyi değil de başka sahteleri denemeye başladım. Sahteler ilgi görmeyince av saatinin bitmesine kısa bir süre kala klasiği devreye soktum. Klasik yine üzerine düşeni yaptı ve balığı kandırmama yardım etti. Ancak kısa bir mücadeleden sonra balık her kuşun etinin yenmediğini sahteden kurtularak gösterdi.
Nedense eskisi gibi her av seansını değerlendiren ben gitmiş, yerine bir başkası gelmişti. Birkaç gün daha ara verdikten sonra yine ava gittim. Israrcıydım. Akademik çalışmalara devam. At-çek yaparken hemen dibimde bir levreğin dolaştığını gördüm. Oradan uzaklaştım ve levreğin beni göremeyeceğini düşündüğüm bir yerden sahteyi levreğin 3-5 metre sağ ileri çaprazına doğru fırlattım. Misinanın boşluğunu alıp suya bakmadan kafamı çevirip balığın soluna doğru makineyi hiç çevirmeden yürümeye başladım. Birkaç saniye sonra vuruş geldi. Kısa bir mücadeleden sonra balık karadaydı.
Daha sonra ikincisini başka bir sahteyi denerken yakaladım.
Ne yapmalıydım, ne etmeliydim? Her yerde levrek vardı. Kanımın akışı yine yavaşladı ve birkaç gün daha dinlenmeye çekildim. Daha sonra gittiğim seansta aşağıda gördüğünüz iki balığı biri klasik diğeri farklı olan başka bir sahteyle yakaladım.
Balıklardan üçünü ben dönmeden birkaç gün önce gelen annemle babama sunup diğer ikisini İstanbul’a götürdüm.
Aradan bir hafta on gün geçti geçmedi, bir telefon geldi. Enes gel bizi al, İstanbul’a götür. Annemle babamı almak için günü birliğine gitmiştim. Yani olası tek seans vardı. Gitmeyeceğim dedim kendi kendime. İlginç bir tarafı da kalmadı, en azından şu sıralarda. Gayet huzurlu bir şekilde yattım. Peşimi bir türlü bırakmıyordu bu balık. Av saatine yakın bir zamanda uyandım. Yine o aklımda girmişti. Tadında bırak, istediğini zaten kısa süre önce yakaladın, alemi yok! Dalmışım. Sanırım yarım saat sonra yine uyandım. Eh dedim, sen kaşındın! Avlağa gittim ve klasiği taktım. Aşağıda gördüğünüz iki tanesi sahteme takıldı.
Aylar süren sakatlığım beni ondan bir şekilde ayrı bırakmıştı. Neyse ki tam zamanında iyileşip levrek sezonuna yetişebilmiştim. Gerçi bu ayların pek verimli olmadığını ifade ediliyordu . Ancak mevsim olup olmaması ya da avlakta levrek kalmaması benim için bu asla mazeret olamazdı. Uzun yıllar önce doğal yemle yapmış olduğum levrek avları kendi bilgilerimi teyit eder nitelikteydi. Levreğin hangi ay nerede olduğunu bilmek avlamayı basitleştiriyordu.
Avlağımın bulunduğu beldeye varınca eşyalarımı boşaltıp hemen avlağa vardım. Suyun rengi düzelmiş, at-çekle levrek avı için uygun hale gelmişti. Rüzgar ise hemen hemen hiç yoktu. Buna av saatimdeki ayın durumunu da ekleyince yakalamamak aslında daha büyük başarı olacaktı.
Balığı özlediğim için akademik çalışmaya girmenin alemi yoktu. En avcı sahtemi çantamdan çıkarıp taktım ve çalışmaya başladım. Kulaklarımda sanki Liverpool taraftarının “You’ll Never Walk Alone” şarkısını duyuyordum. Nitekim bu ilk seansta toplam bir adet denk geldi. Henüz erişkin olmamış bir tanesi ise suya geri salındı. Aslında daha fazla olabilirdi ama sanırım biraz gergin olmam balıkları sahteye atlamada pek istekli kılmıyordu.
Artık rahatlamıştım. Birkaç arkadaşıma durumu keyifle anlattım. Yine balığa çıkıp çıkmayacağımı sorduklarında birkaç gün ara vereceğimi söyledim, inanamadılar.
Bu verdiğim araya orta kulak iltihabı da girince kırdığım ayağım aklıma geldi. Bu bana levreğin bir laneti miydi? Kulağım henüz tam iyileşmemiş olsa da bilindik eziyeti bana çektirmiyordu. Yine ona susamıştım.
Kulaklarıma temiz birer tane çorabı yerleştirip üstüne beremi taktım ve ava gitmek üzere yola koyuldum. O gün akademik çalışma yapmaya karar verdim. Bu nedenle ikinci seansta beni hiçbir zaman yüzüstü bırakmayan sahteyi değil de başka sahteleri denemeye başladım. Sahteler ilgi görmeyince av saatinin bitmesine kısa bir süre kala klasiği devreye soktum. Klasik yine üzerine düşeni yaptı ve balığı kandırmama yardım etti. Ancak kısa bir mücadeleden sonra balık her kuşun etinin yenmediğini sahteden kurtularak gösterdi.
Nedense eskisi gibi her av seansını değerlendiren ben gitmiş, yerine bir başkası gelmişti. Birkaç gün daha ara verdikten sonra yine ava gittim. Israrcıydım. Akademik çalışmalara devam. At-çek yaparken hemen dibimde bir levreğin dolaştığını gördüm. Oradan uzaklaştım ve levreğin beni göremeyeceğini düşündüğüm bir yerden sahteyi levreğin 3-5 metre sağ ileri çaprazına doğru fırlattım. Misinanın boşluğunu alıp suya bakmadan kafamı çevirip balığın soluna doğru makineyi hiç çevirmeden yürümeye başladım. Birkaç saniye sonra vuruş geldi. Kısa bir mücadeleden sonra balık karadaydı.
Daha sonra ikincisini başka bir sahteyi denerken yakaladım.
Ne yapmalıydım, ne etmeliydim? Her yerde levrek vardı. Kanımın akışı yine yavaşladı ve birkaç gün daha dinlenmeye çekildim. Daha sonra gittiğim seansta aşağıda gördüğünüz iki balığı biri klasik diğeri farklı olan başka bir sahteyle yakaladım.
Balıklardan üçünü ben dönmeden birkaç gün önce gelen annemle babama sunup diğer ikisini İstanbul’a götürdüm.
Aradan bir hafta on gün geçti geçmedi, bir telefon geldi. Enes gel bizi al, İstanbul’a götür. Annemle babamı almak için günü birliğine gitmiştim. Yani olası tek seans vardı. Gitmeyeceğim dedim kendi kendime. İlginç bir tarafı da kalmadı, en azından şu sıralarda. Gayet huzurlu bir şekilde yattım. Peşimi bir türlü bırakmıyordu bu balık. Av saatine yakın bir zamanda uyandım. Yine o aklımda girmişti. Tadında bırak, istediğini zaten kısa süre önce yakaladın, alemi yok! Dalmışım. Sanırım yarım saat sonra yine uyandım. Eh dedim, sen kaşındın! Avlağa gittim ve klasiği taktım. Aşağıda gördüğünüz iki tanesi sahteme takıldı.