Hepimiz eşimize, çocuğumuza, annemize sarılıp öperek ya da uyanmasınlar diye sessizce sıyrılarak evlerimizden çıkıp işlerimize gittik. Onlar da…
Trafik, stres, koşturmaca, sıkıntılı müşteriler, huysuz patronlar, mutlu, mutsuz, iyi, kötü her birimiz dağıldık iş yerlerimize; kendimize ve sevdiklerimize ekmek parası kazanmak için. Onlar da…
Verilecek maaşı hak etmek için, bir şeyler yapmış olmanın verdiği hazla çalıştık, yorulduk… Onlar da…
Havalar da güzelleşti, güneş parladıkça tembellik geldi aklımıza, yaz için tatil planları yaptık... Onlar da…
Sonra öğlen vakti geldi. Kimimiz personel yemeğini beğenmedik yine ve atıştırmak için bir arkadaşla dışarı çıktık… Ve, günün ikinci yarısı başladı. Onlara da…
Balkona terasa çıktık, mis gibi hava dururken sigaralarımızı çektik içimize ve çayımızı kahvemizi yudumladık. Onlar ise oksijene doğru panikle koşuyordu, kimisi çaresiz oturup bir kenarda dua ediyor, çocuğunu, sevdiğini sayıklıyordu. Yıllardır çalıştığı yerin mezarı olacağını bile bile, çıkış olmadığını bile bile, çaresiz, nefessiz… Ailelerini son kez, sabah öylece bırakıp çıktıklarını düşünerek. Bir bir can veren, gözlerinin önünde yığılan iş arkadaşlarına bakarak, az sonra kendisinin de aynı şeyleri yaşayacağı korkusuyla, balkonda terasta heba ettiğimiz oksijenin yokluğunun verdiği acıyla, çaresiz, eksik, korkmuş… Oysa ki, aynı şekilde çıkmıştık evden, güne birlikte başlamıştık onlarla, başka illerde, başka işlerde…
Biz her şeye rağmen evimize döndük, eşimiz karşıladı bizi, sofra çoktan kurulmuştu, ufaklığınız koridordan koşarak gelmiş boynunuza atlamıştı ya da yalnız yaşadığınız eve gidip, sıcak duşunuzu aldınız ve yine geçtiniz tv karşısına… Hayat rutindi ama tek fark vardı, hayat devam ediyordu. Yaşam devam ediyordu. Onlar ise bir bir yok oldular, sofraları eksik, evleri karanlık artık… Gözleri yaşlı, yürekleri acıdan yanıyor sevdiklerinin… Çaresizliğin sonundalar… Ölüm geldi ocaklarına… O, babasına doğru koridordan koşan çocuk var ya, hep koşacak, hep özleyecek, hep bekleyecek babasını… Anlamayacak o küçücük masum yüreği işe giden babasının dönmeyişini… Bizlerse, hani aynı anda aynı şekilde güne başlayan bizler, işte böyle yazılar, üzülmeler, paylaşımlar, acımalar, kahrolmalar… Ama ne çare, kime ne fayda…
Hissedebildik mi onların hissettiklerini, yandık mı onlar gibi… Sevdiğimizin cesedini resimler arasında aradık mı, sıra sıra çıkan cansız bedenlerini yine sıra sıra toprağa verdik mi, evladımıza, kardeşimize, anamıza ''O'' öldü, artık dönmeyecek dedik mi, o kapkara ocağın başında bekledik mi çıkarılacak bedenleri?
Hayır biz sadece ah vah ettik, üzüldük, baş sağlığı sabır diledik, karalara büründük ve Allah kabul ederse dualar ettik. Onlar edemedi, çünkü Onlar sessizce gitti… Üzüntümüz, acımız, kaybımız büyük… Sözün bittiği yerdeyiz yine milletçe...
Ama söylecek tek bir sözüm daha var. Bu acı olayı siyasi provokasyonlara dönüştürenler var ya… Allah’ım onları ıslah etsin!