labrax
Aktif Üye
- Katılım
- 13 Haz 2010
- Mesajlar
- 287
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 16
- Adı
- c.cömert
Kış döneminde gece avı biraz zordur, kısa kısa dener sonra gelip ateş başında ateş suyunu tercih edersin. Bir süre sonra sofraya mangalda pişmiş sardalya lar gelir, sonra çakır keyif olunur ardından türküler mırıldanılır derken, oltalar bir köşede beklemeye mahkum edilirler. Bir yandan atıp çekmezsek yakalayamayız ki diye düşünüyor ve “hadi bir toparlanda kalk bakalım” diyen iç sesime kulak vermeye çalışıyorum ama tam o sırada ateş yükseliyor, çıtırtılar seni huzura taşıyan namelere dönüşüyor ve sabah daha çok çalışmayı kendine söz vererek dostlar meclisine teslim oluyorsun. Bir duble bir duble daha derken daha önce de dinlediğimiz ama yinede keyif aldığımız hikayelere gelmiştir sıra. O balığı nasıl kaçırdın, yok ip patlamıştı benim ne günahım var, yok kaloma yı tutturamadım vs. vs. vs.
İşte tam da böyle bir anımız oldu, defalarca kere anlatmaya yorulmayacağımız dinlemekten sıkılmayacağımız…
Sabah 06.00 gibi sofranın kalanlarıyla güvenliğimizi sağlan köpekleri doyurup ortalığı topladık. Açık alanda kalması risk olacak şeyleri arabalara yerleştirdik. Zira sabah av yapacağımız yere ulaşmak için 1000 metre lik bir yürüyüş yapacaktık ve bu yürüyüşün çok büyük bir bölümü su içinden olacaktı. Artık tulumlar giyilmiş yelekler ve mühimmatlar kuşanılmış suyu diz seviyesinde yara yara yürümeye başlamıştık. Sanırım 200-300 metre yürümüştük ki 6-7 adım önümden yürüyen Tolga nın ayağı kaydı ve aynı anda sol omuzuna şamar gibi bir tokat yedi. Birden suyun üzerinde bir kabartı belirdi ve kuyruk atarak saniyeler içinde yok oldu. Tolga bir şeyin üzerine basmış, ayağı kaymış ve hayvancağız can havliyle oradan uzaklaşmış ama canını yakan adamada haddini bildirmişti… Kocaman bir şaşkınlıkla birbirimize bakıp bağırış çağırış ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk ama nafile… Bir çok yorum yaptık, efsanevi hikayeler oluşturduk ve sonunda üzerine basılanın iri bir çiçina olduğu konusunda fikir birliğine vardık.
Biraz kara biraz deniz içinden yürüdük ve olta savuracağımız alana geldiğimizde diller bir karış havada, biraz soğuktan birazda nefes alma sorunundan ağızlar kurumuş ve bunun birde geri dönüşü var diye kara kara düşünerek atıp çekmeye başladık. İlk sahtem Sukele isimli yeni çalışmamdı. Dengesi yüzüşü ve atış mesafesi ile beni çok mutlu ettiğini söylemeliyim ama skor a bir etkisi olmadı maalesef. Az dalan bir el yapımı sahte balıkla yaptığım değişiklik kısa süre sonra başarılı oldu ve 28-30 cm civarı genç bir delikanlıyı ellerime aldım. Her şekilde suya iade etmem gereken bu genç yaşayamayacağı gerekçesiyle yeleğimin sırt cebine atılmış oldu. Ava devam ediyordum ve sağımda solumda arkadaşlarımın yakaladıkları ve çoğunlukla bıraktıkları balıkların keyfini çıkartıyordum. İşte bu sırada oldu olan. Güçlü bir vuruş ve birkaç dakika sonra sırt cebime giren 1,400 kğ civari bir levrek oldu. Sonrasında uzun uzun atıp çekmeme rağmen bir vuruş olmadığı için sahte balığımı değiştirdim ve ısıtılmaktan canı çıkmış emekliliği kesin olarak hakketmesine rağmen benim vicdansızlığım yüzünden hala kahrımı çeken ULM 115 i atmaya başladım. Sanırım henüz yarım saat olmuştu ki kaloma açıldı sonra birden bişey suyun üzerine fırladı ve misina boşaldı… Ne yani saracakmıyım salacakmıyım diye düşünürken erken toparlayıp avcı tarafın ben olduğumu ve benim insiyatifimin geçerli olacağını hatırladım. Birkaç dakika içinde sırt cebime koymaya uğraştığım o yakışıklı denizlerin renkahenk balıklarından, görsel açıdan prens denebilecek yakışıklılıkta bir lambuka idi.
Keşke bir sürü fotoğraf koyabilseydim ama dalgınlığım nedeniyle fotoğraf makinamın şarzını kontrol etmemişim ve en çok fotoğraflanmayı hakkettiğim günlerden birinde yalnız kalmıştım. Bu nedenle mutfak ta çekilmiş bu fotoğraf ile yetinmek durumunda kaldım… Aynı hatayı bir daha yapmamak üzere, şişmiş gözler, yorulmuş bacaklar ve sırıtan suratlarda döndük evimize…
Keyifli avlar dilerim.
İşte tam da böyle bir anımız oldu, defalarca kere anlatmaya yorulmayacağımız dinlemekten sıkılmayacağımız…
Sabah 06.00 gibi sofranın kalanlarıyla güvenliğimizi sağlan köpekleri doyurup ortalığı topladık. Açık alanda kalması risk olacak şeyleri arabalara yerleştirdik. Zira sabah av yapacağımız yere ulaşmak için 1000 metre lik bir yürüyüş yapacaktık ve bu yürüyüşün çok büyük bir bölümü su içinden olacaktı. Artık tulumlar giyilmiş yelekler ve mühimmatlar kuşanılmış suyu diz seviyesinde yara yara yürümeye başlamıştık. Sanırım 200-300 metre yürümüştük ki 6-7 adım önümden yürüyen Tolga nın ayağı kaydı ve aynı anda sol omuzuna şamar gibi bir tokat yedi. Birden suyun üzerinde bir kabartı belirdi ve kuyruk atarak saniyeler içinde yok oldu. Tolga bir şeyin üzerine basmış, ayağı kaymış ve hayvancağız can havliyle oradan uzaklaşmış ama canını yakan adamada haddini bildirmişti… Kocaman bir şaşkınlıkla birbirimize bakıp bağırış çağırış ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk ama nafile… Bir çok yorum yaptık, efsanevi hikayeler oluşturduk ve sonunda üzerine basılanın iri bir çiçina olduğu konusunda fikir birliğine vardık.
Biraz kara biraz deniz içinden yürüdük ve olta savuracağımız alana geldiğimizde diller bir karış havada, biraz soğuktan birazda nefes alma sorunundan ağızlar kurumuş ve bunun birde geri dönüşü var diye kara kara düşünerek atıp çekmeye başladık. İlk sahtem Sukele isimli yeni çalışmamdı. Dengesi yüzüşü ve atış mesafesi ile beni çok mutlu ettiğini söylemeliyim ama skor a bir etkisi olmadı maalesef. Az dalan bir el yapımı sahte balıkla yaptığım değişiklik kısa süre sonra başarılı oldu ve 28-30 cm civarı genç bir delikanlıyı ellerime aldım. Her şekilde suya iade etmem gereken bu genç yaşayamayacağı gerekçesiyle yeleğimin sırt cebine atılmış oldu. Ava devam ediyordum ve sağımda solumda arkadaşlarımın yakaladıkları ve çoğunlukla bıraktıkları balıkların keyfini çıkartıyordum. İşte bu sırada oldu olan. Güçlü bir vuruş ve birkaç dakika sonra sırt cebime giren 1,400 kğ civari bir levrek oldu. Sonrasında uzun uzun atıp çekmeme rağmen bir vuruş olmadığı için sahte balığımı değiştirdim ve ısıtılmaktan canı çıkmış emekliliği kesin olarak hakketmesine rağmen benim vicdansızlığım yüzünden hala kahrımı çeken ULM 115 i atmaya başladım. Sanırım henüz yarım saat olmuştu ki kaloma açıldı sonra birden bişey suyun üzerine fırladı ve misina boşaldı… Ne yani saracakmıyım salacakmıyım diye düşünürken erken toparlayıp avcı tarafın ben olduğumu ve benim insiyatifimin geçerli olacağını hatırladım. Birkaç dakika içinde sırt cebime koymaya uğraştığım o yakışıklı denizlerin renkahenk balıklarından, görsel açıdan prens denebilecek yakışıklılıkta bir lambuka idi.
Keşke bir sürü fotoğraf koyabilseydim ama dalgınlığım nedeniyle fotoğraf makinamın şarzını kontrol etmemişim ve en çok fotoğraflanmayı hakkettiğim günlerden birinde yalnız kalmıştım. Bu nedenle mutfak ta çekilmiş bu fotoğraf ile yetinmek durumunda kaldım… Aynı hatayı bir daha yapmamak üzere, şişmiş gözler, yorulmuş bacaklar ve sırıtan suratlarda döndük evimize…
Keyifli avlar dilerim.