B
BS Okuru
Misafir
S.a arkadaşlar, hayırlı günler bereketli avlar.
Raporun en başında belirteyim sonra üzülmeyin balık malık yok.
Evet arkadaşlar kısmetse önümüzdeki hafta şehir dışına ailemin yanına gideceğim ve yaklaşık 1 ay İstanbul ' dan uzak kalacağım için gitmeden önce arkadaşlarla birlikte bir takılalım var ise balık tutalım, yok ise muhabbet edip gırgır şamata yapalım diye niyetlendik. Velhasıl kelam dün akşam için Arnavutköy Karaburun tarafına gitmeye karar verdik. Forumda Karaburun başlığında pek olumlu şeyler söylenmese de ( özellikle dalga ve poyraz konusunda ) bizler bölgeyi tanımakta kararlıydık.
Aksiliklerle geçecek yaklaşık 24 saatlik avımızın ilk dakikaları da aksilikler peşimizi bırakmadı. Her şeyi planlayıp programladığımızı düşünsek de ava gelecek ekibin her birinin İstanbul' un ücra köşelerinde olduğunu unutmuşuz. Akşam 20:30 civarı Eyüp' ten hareket ettim, sırasıyla unkapanı, zeytinburnu, bahçelievler derken İstanbul trafiğinden kendimizi kurtarıp Karaburun' a adım attığımızda saatler 23:30 ' u gösteriyordu.
Sahile inene kadar ne bir rüzgar ne bir esinti, dedik tamam işte olay bu. Ama durun bir dakika sahil özellikle de liman tarafı hiç öyle demiyordu. Yaya olarak etrafı kolaçan ettikten sonra en mantıklı yerin liman içinde dalga kıranın limana bakan tarafı olduğuna karar verdik. Limanın giriş kapısındaki güvenlikçi abilere uzunca rica ederek aracımızı içeri sokabildik. ( Yalnız aracı içeri sokarsınız, fakat sabah mesai saati başlangıcından önce ( 08:30 ) çıkartamazsınız dediler. Bizde iyi tamam diyerek içeri girdik.
Malzemeleri indir takım taklavatları ayarla vs. derken saat gece yarısı 01:00 i gösteriyordu. Liman içidir dedik, fazla akmaz, kokmaz rahatsız etmez dedik ama söz geçiremedik. İlk başta 120 130 gram kurşun atarken 200 gramlara kadar çıksakta ne yazık ki o güzelim 200 gram kurşunun bir o yana bir buyana zıplamasına mani olamadık.
Takımları suya indirdikten sonra semaver ve nargileyi yakalım derken gözler sürekli takımlardaydı. Oltalarda vuruş yoktu, fakat oltaların ucu da bir türlü yerinde durmuyordu. Şöyleydi böyleydi derken bir iki vuruş aldığımızı düşünerek sıkıca oltaya sarılsak da kıyıya koca koca naylonlardan başka bir şey çıkaramadık.
Bir iki üç derken suya indirilen toplam 4 olta, kimisinde hamsi, kimisinde istavrit ama maalesef tık yok. Balıktan ümidi kesince bizde muhabbete saralım, semaver nargile vs. derken zamanı ileri alalım dedik. Güzel çaylarımızı yudumlayıp nargileyi fokurdatırken ayağa bir kalktım, aman Allah ' ım oda ne ? Sanki 8 - 10 kişi arasına girmişim bir güzel tekme tokat dayak yemiş gibiyim.
Sağdan soldan esen rüzgar beni öyle bir hale getirmiş ki gerçekten durum işler acısı.
Uzun lafın kısası bir iki saat daha böyle takıldıktan sonra iyice ümidi kesip bu sefer kimimiz spin, kimimiz LRF takımlarını açıp makara yapmaya başladık. 200 Gram kurşunun işlemediği yerde LRF nin zoru ne dediğinizi duyar gibiyim. Ne yaparsınız umut fakirin ekmeği diye boşuna dememişler. Arkadaşlarım Spin takımı ile oyalanırken bende LRF takımını alıp iyice liman içine gırgırların arasına girdim. Derin desen derin değil, temiz desen temiz değil, bir garip yer liman içi. Tek tek teknelerin arasını dolaşırken sonunda şöyle koskocaman gümüş ile kıraça arası boylarda cüccük kadar bir iskorpit yakaladım. Neredeyse jighead in kellesi bizim iskorpitin kellesinden büyük.
Gece karanlık, balık minnacık, tutmaya çalışsan tutacak yeri yok. Anlayacağınız bu canavar beni epey bir uğraştırdı. Sonrası bir iki deneme daha yaptıktan sonra yavaş yavaş sabah suyu için toparlanmaya başladık. Takım taklavat toparlandıktan sonra yer değiştirip, limanın karşı tarafında bulunan dalgakırana gitmeye karar verdik. Arkadaşlar ellerinde spin takımları ile liman içinde yürümeye koyulurken bende en azından aracı giriş kapısının oraya kadar götürüp yoldan kar edeyim diye düşünürken birde baktım oda ne ? Kapı ardına kadar açık, yahu hani sabaha kadar mokokoydu giriş var çıkış yoktu.
Kapının şaşkınlığını üzerimden atar atmaz geri dönüp arkadaşları alıp dalgakıran ' ın yolunu tuttuk. Güneşin doğması ile birlikte dalgakıranda bizle birlikte üç dört kişi daha spin yapıyordu. Her ne kadar yaptığımız şey spin ile uzaktan yakından alakalı olmasa bile en azından oltalarımız spin olduğu için bu şekilde yazmam yanlış olmaz sanırım.
Öyle bir dalga var ki Allah Allah 50 metre !!!!!!! ( Ziyaaaaa der gibisiniz ? ) Rakam abartı olsa bile gerçekten dalgaların boyutu oldukça korkutucu, kayalıklar deseniz hep yosun ve yapacağınız en ufak hatada kaş göz patlatmak, bir kaç kemik kırmak için can atıyor.
Neyse lafı fazla dallanıp budaklandırmayayım, zaten konunun başında da balıktan eser olmadığını söylemiştim.
Artık ne yapalım ne edelim derken son çare olarak bari bu kadar yol geldik birde yolumuzun üzerinde bulunan Durusu ' ya uğrayalım dedik. Hani aramızda usta Turna avcısı Atakan kardeşim var ya Peaaaaaah peahhh peahhhh.....
Geri dönüş yolunda yol bilmeden iz bilmeden hemen ilk sağdan içeri göle doğru adımımızı attık. Etraf hep otluk, bir kaç kişi atış yapıp bir şeyler yapmaya çalışıyor ama bulunduğumuz yerden bir cacık olmayacağını anlamak için uzman olmaya hiç gerek yok.
Şöyle etrafı kolaçan ederken teknenin üstünde bir dayı gördüm. Usulca yanaşıp dayı gel seninle bir tur atalım ama önce fiyatta anlaşalım dedim. Dayı ile ufak bir pazarlığın ardından 4 arkadaşın 3 ' ü tekneye binerken Turna profesörümüz sayın Atakan kardeşim tekneden korktuğu için karada kalmayı tercih etti. Bizde kendisine saygı duyarak aracın anahtarını kendisine teslim ettik. O her ne kadar emanet malın canı bilmem neresindedir dese de ben canın sağ olsun diyerekten hiç ardıma bakmadan atladım teknenin üstüne.
Tekne hafiften yol alırken dayı ne yapar ne çalışır muhabbetine döndük. Dayı rapala var mı rapala ? sorusunu sorduktan sonra bizler heyecanlı bir şekilde olmazmı al sana tonlarca rapala cevabını yapıştırdık. İşte Allah ' ın sopası yok derler ya. Mevlam bir yerden bir şeyler çıkartacak. Dayı demesin mi sizin o cillop rapalalarınız, duolarınız imalarınız, you zuri' leriniz burada sökmez. Eee peki ne olacak dayı ?
Dayı hemen oradan çantadan bir tane rapala çıkardı maşallah bir gaga var benim baş parmağımdan büyük. İşte bunu kullanacaksınız dedi ve hemen ilave etti kopartırsanız parasını alırım heeeee..
Gözüm iyice dönmüş ya dayı buraya kadar geldik ver şu rapalayı dedim. Aldım taktım oltanın ucuna indirdim dibe yardıra yardıra ilerliyoruz terkos gölünün içerisinde. Öyleydi böyleydi git babam git derken bir yerden sonra bir kaç vuruş almaya başladık ki oda ne, tek bir hamlede daha tasmalama bile yapamadan bir baktım ki oltanın ucunda yeller esiyor. Kalama o kadar açık olmasına rağmen ne olduğuna bir türlü anlam veremedim.
Dayı eskiyen rapalanın parasını kaptım der gibi bir bakış attıktan sonra bu sefer çantasından bilimum kaşıklar çıkarmaya başladı. Biz artık ne kadar kaşık, ne kadar rapala var ise suya indirdik. Ama gel görün ki üç saatlik gezinti boyunca akşam ki iskorpitin ikiz kardeşi büyüklüğünde ne olduğunu anlamadığım bir balıktan başka bir şeye denk gelemedik.
Kıyıya çıkana kadar şansızlığımızın sadece balıktan yana olduğunu düşünürken ekstra bir son dakika golü daha yedik. Takımları araca yükleyip yola çıkalım derken birde baktım aracın bagaj açılmıyor, ee kontakta açmıyor, Aman Allah ' ım oda ne airbag arızası, heh aha buradan yak birde fren arızası. Yandı gülüm keten helva kaldık mı göl kenarında dımdızlak başı kabak yalın ayak.
Bizim aracın çalışmadığını gören dayı giderken aldığı paranın mutluluğunu tamirci arkadaşı ile paylaşmak istemiş olsa gerek ki tanıdık bir tamirci var isterseniz telefonunu vereyim diyerekten yanımıza yanaştı. O sırada yok mok desek de ardından kendisini arayarak ( Allah' tan teknenin üstünde numarası yazıyordu ) Tamirci arkadaşının da bir pazar yevmiyesi kazanmasına vesile olduk.
Aracımızın aküsü bittiği için biraz başı dönmüş ve saçmalamaya başlamış. Kendisi takviyeyi yedikten sonra kendine geldi ve evin yolunu tuttuk. İstanbul' a dönüşte elbette güzelim İstanbul ' un bitmek bilmeyen trafik çilesi ile hemencecik Arnavutköy merkezde karşılaştık.
Yaklaşık 1 saat önce eve gelebildim. Üzerimde öyle bir yorgunluk var ki kelimeler yetersiz kalır. Ama gelin görün bunca şeye rağmen uslandım mı ? Elbette hayır !
Her ne kadar çevremdeki insanlara özellikle ailemdekilere Balığa giderken balık tutmanın en son safha olduğunu söylesem de bir türlü derdimi tam olarak anlatamıyorum.
Hani yalan yok bunca yol gidip o kadar rüzgar yedikten sonra bir iki parça bir şeyler alsak fena olmazdı. Ama nasip kısmet vermeyince Babud, neylesin Sultan Mahmud.
Bu arada unutmadan arkadaşlar limanda tonlarca gırgır ve trol teknesi olmasına rağmen gece yarısı sadece bir iki tanesi açılabildi. Sabah balık tutamadık, bari balık alalım diye liman içindeki mezatçıların yanına uğradık ama gelin görün ki arkadaşlardan Erhan' ın dediği gibi balık tutmayı bırak parası ile balık almayı da beceremedik.
İster inanın, ister inanmayın palamutun tanesini 25 TL den satıyorlar. Ve hakikaten satıyorlar ki bize kalmadı.
Biraz uzun oldu arkadaşlar sürçü lisan ettim ise affola.
Çok uzun oldu özet geç diyen arkadaşlar var ise bu kısım onlara gelsin.
Bundan sonra üste para verseler adım atmam Karaburun' a )
Raporun en başında belirteyim sonra üzülmeyin balık malık yok.
Evet arkadaşlar kısmetse önümüzdeki hafta şehir dışına ailemin yanına gideceğim ve yaklaşık 1 ay İstanbul ' dan uzak kalacağım için gitmeden önce arkadaşlarla birlikte bir takılalım var ise balık tutalım, yok ise muhabbet edip gırgır şamata yapalım diye niyetlendik. Velhasıl kelam dün akşam için Arnavutköy Karaburun tarafına gitmeye karar verdik. Forumda Karaburun başlığında pek olumlu şeyler söylenmese de ( özellikle dalga ve poyraz konusunda ) bizler bölgeyi tanımakta kararlıydık.
Aksiliklerle geçecek yaklaşık 24 saatlik avımızın ilk dakikaları da aksilikler peşimizi bırakmadı. Her şeyi planlayıp programladığımızı düşünsek de ava gelecek ekibin her birinin İstanbul' un ücra köşelerinde olduğunu unutmuşuz. Akşam 20:30 civarı Eyüp' ten hareket ettim, sırasıyla unkapanı, zeytinburnu, bahçelievler derken İstanbul trafiğinden kendimizi kurtarıp Karaburun' a adım attığımızda saatler 23:30 ' u gösteriyordu.
Sahile inene kadar ne bir rüzgar ne bir esinti, dedik tamam işte olay bu. Ama durun bir dakika sahil özellikle de liman tarafı hiç öyle demiyordu. Yaya olarak etrafı kolaçan ettikten sonra en mantıklı yerin liman içinde dalga kıranın limana bakan tarafı olduğuna karar verdik. Limanın giriş kapısındaki güvenlikçi abilere uzunca rica ederek aracımızı içeri sokabildik. ( Yalnız aracı içeri sokarsınız, fakat sabah mesai saati başlangıcından önce ( 08:30 ) çıkartamazsınız dediler. Bizde iyi tamam diyerek içeri girdik.
Malzemeleri indir takım taklavatları ayarla vs. derken saat gece yarısı 01:00 i gösteriyordu. Liman içidir dedik, fazla akmaz, kokmaz rahatsız etmez dedik ama söz geçiremedik. İlk başta 120 130 gram kurşun atarken 200 gramlara kadar çıksakta ne yazık ki o güzelim 200 gram kurşunun bir o yana bir buyana zıplamasına mani olamadık.
Takımları suya indirdikten sonra semaver ve nargileyi yakalım derken gözler sürekli takımlardaydı. Oltalarda vuruş yoktu, fakat oltaların ucu da bir türlü yerinde durmuyordu. Şöyleydi böyleydi derken bir iki vuruş aldığımızı düşünerek sıkıca oltaya sarılsak da kıyıya koca koca naylonlardan başka bir şey çıkaramadık.
Bir iki üç derken suya indirilen toplam 4 olta, kimisinde hamsi, kimisinde istavrit ama maalesef tık yok. Balıktan ümidi kesince bizde muhabbete saralım, semaver nargile vs. derken zamanı ileri alalım dedik. Güzel çaylarımızı yudumlayıp nargileyi fokurdatırken ayağa bir kalktım, aman Allah ' ım oda ne ? Sanki 8 - 10 kişi arasına girmişim bir güzel tekme tokat dayak yemiş gibiyim.
Sağdan soldan esen rüzgar beni öyle bir hale getirmiş ki gerçekten durum işler acısı.
Uzun lafın kısası bir iki saat daha böyle takıldıktan sonra iyice ümidi kesip bu sefer kimimiz spin, kimimiz LRF takımlarını açıp makara yapmaya başladık. 200 Gram kurşunun işlemediği yerde LRF nin zoru ne dediğinizi duyar gibiyim. Ne yaparsınız umut fakirin ekmeği diye boşuna dememişler. Arkadaşlarım Spin takımı ile oyalanırken bende LRF takımını alıp iyice liman içine gırgırların arasına girdim. Derin desen derin değil, temiz desen temiz değil, bir garip yer liman içi. Tek tek teknelerin arasını dolaşırken sonunda şöyle koskocaman gümüş ile kıraça arası boylarda cüccük kadar bir iskorpit yakaladım. Neredeyse jighead in kellesi bizim iskorpitin kellesinden büyük.
Gece karanlık, balık minnacık, tutmaya çalışsan tutacak yeri yok. Anlayacağınız bu canavar beni epey bir uğraştırdı. Sonrası bir iki deneme daha yaptıktan sonra yavaş yavaş sabah suyu için toparlanmaya başladık. Takım taklavat toparlandıktan sonra yer değiştirip, limanın karşı tarafında bulunan dalgakırana gitmeye karar verdik. Arkadaşlar ellerinde spin takımları ile liman içinde yürümeye koyulurken bende en azından aracı giriş kapısının oraya kadar götürüp yoldan kar edeyim diye düşünürken birde baktım oda ne ? Kapı ardına kadar açık, yahu hani sabaha kadar mokokoydu giriş var çıkış yoktu.
Kapının şaşkınlığını üzerimden atar atmaz geri dönüp arkadaşları alıp dalgakıran ' ın yolunu tuttuk. Güneşin doğması ile birlikte dalgakıranda bizle birlikte üç dört kişi daha spin yapıyordu. Her ne kadar yaptığımız şey spin ile uzaktan yakından alakalı olmasa bile en azından oltalarımız spin olduğu için bu şekilde yazmam yanlış olmaz sanırım.
Öyle bir dalga var ki Allah Allah 50 metre !!!!!!! ( Ziyaaaaa der gibisiniz ? ) Rakam abartı olsa bile gerçekten dalgaların boyutu oldukça korkutucu, kayalıklar deseniz hep yosun ve yapacağınız en ufak hatada kaş göz patlatmak, bir kaç kemik kırmak için can atıyor.
Neyse lafı fazla dallanıp budaklandırmayayım, zaten konunun başında da balıktan eser olmadığını söylemiştim.
Artık ne yapalım ne edelim derken son çare olarak bari bu kadar yol geldik birde yolumuzun üzerinde bulunan Durusu ' ya uğrayalım dedik. Hani aramızda usta Turna avcısı Atakan kardeşim var ya Peaaaaaah peahhh peahhhh.....
Geri dönüş yolunda yol bilmeden iz bilmeden hemen ilk sağdan içeri göle doğru adımımızı attık. Etraf hep otluk, bir kaç kişi atış yapıp bir şeyler yapmaya çalışıyor ama bulunduğumuz yerden bir cacık olmayacağını anlamak için uzman olmaya hiç gerek yok.
Şöyle etrafı kolaçan ederken teknenin üstünde bir dayı gördüm. Usulca yanaşıp dayı gel seninle bir tur atalım ama önce fiyatta anlaşalım dedim. Dayı ile ufak bir pazarlığın ardından 4 arkadaşın 3 ' ü tekneye binerken Turna profesörümüz sayın Atakan kardeşim tekneden korktuğu için karada kalmayı tercih etti. Bizde kendisine saygı duyarak aracın anahtarını kendisine teslim ettik. O her ne kadar emanet malın canı bilmem neresindedir dese de ben canın sağ olsun diyerekten hiç ardıma bakmadan atladım teknenin üstüne.
Tekne hafiften yol alırken dayı ne yapar ne çalışır muhabbetine döndük. Dayı rapala var mı rapala ? sorusunu sorduktan sonra bizler heyecanlı bir şekilde olmazmı al sana tonlarca rapala cevabını yapıştırdık. İşte Allah ' ın sopası yok derler ya. Mevlam bir yerden bir şeyler çıkartacak. Dayı demesin mi sizin o cillop rapalalarınız, duolarınız imalarınız, you zuri' leriniz burada sökmez. Eee peki ne olacak dayı ?
Dayı hemen oradan çantadan bir tane rapala çıkardı maşallah bir gaga var benim baş parmağımdan büyük. İşte bunu kullanacaksınız dedi ve hemen ilave etti kopartırsanız parasını alırım heeeee..
Gözüm iyice dönmüş ya dayı buraya kadar geldik ver şu rapalayı dedim. Aldım taktım oltanın ucuna indirdim dibe yardıra yardıra ilerliyoruz terkos gölünün içerisinde. Öyleydi böyleydi git babam git derken bir yerden sonra bir kaç vuruş almaya başladık ki oda ne, tek bir hamlede daha tasmalama bile yapamadan bir baktım ki oltanın ucunda yeller esiyor. Kalama o kadar açık olmasına rağmen ne olduğuna bir türlü anlam veremedim.
Dayı eskiyen rapalanın parasını kaptım der gibi bir bakış attıktan sonra bu sefer çantasından bilimum kaşıklar çıkarmaya başladı. Biz artık ne kadar kaşık, ne kadar rapala var ise suya indirdik. Ama gel görün ki üç saatlik gezinti boyunca akşam ki iskorpitin ikiz kardeşi büyüklüğünde ne olduğunu anlamadığım bir balıktan başka bir şeye denk gelemedik.
Kıyıya çıkana kadar şansızlığımızın sadece balıktan yana olduğunu düşünürken ekstra bir son dakika golü daha yedik. Takımları araca yükleyip yola çıkalım derken birde baktım aracın bagaj açılmıyor, ee kontakta açmıyor, Aman Allah ' ım oda ne airbag arızası, heh aha buradan yak birde fren arızası. Yandı gülüm keten helva kaldık mı göl kenarında dımdızlak başı kabak yalın ayak.
Bizim aracın çalışmadığını gören dayı giderken aldığı paranın mutluluğunu tamirci arkadaşı ile paylaşmak istemiş olsa gerek ki tanıdık bir tamirci var isterseniz telefonunu vereyim diyerekten yanımıza yanaştı. O sırada yok mok desek de ardından kendisini arayarak ( Allah' tan teknenin üstünde numarası yazıyordu ) Tamirci arkadaşının da bir pazar yevmiyesi kazanmasına vesile olduk.
Aracımızın aküsü bittiği için biraz başı dönmüş ve saçmalamaya başlamış. Kendisi takviyeyi yedikten sonra kendine geldi ve evin yolunu tuttuk. İstanbul' a dönüşte elbette güzelim İstanbul ' un bitmek bilmeyen trafik çilesi ile hemencecik Arnavutköy merkezde karşılaştık.
Yaklaşık 1 saat önce eve gelebildim. Üzerimde öyle bir yorgunluk var ki kelimeler yetersiz kalır. Ama gelin görün bunca şeye rağmen uslandım mı ? Elbette hayır !
Her ne kadar çevremdeki insanlara özellikle ailemdekilere Balığa giderken balık tutmanın en son safha olduğunu söylesem de bir türlü derdimi tam olarak anlatamıyorum.
Hani yalan yok bunca yol gidip o kadar rüzgar yedikten sonra bir iki parça bir şeyler alsak fena olmazdı. Ama nasip kısmet vermeyince Babud, neylesin Sultan Mahmud.
Bu arada unutmadan arkadaşlar limanda tonlarca gırgır ve trol teknesi olmasına rağmen gece yarısı sadece bir iki tanesi açılabildi. Sabah balık tutamadık, bari balık alalım diye liman içindeki mezatçıların yanına uğradık ama gelin görün ki arkadaşlardan Erhan' ın dediği gibi balık tutmayı bırak parası ile balık almayı da beceremedik.
İster inanın, ister inanmayın palamutun tanesini 25 TL den satıyorlar. Ve hakikaten satıyorlar ki bize kalmadı.
Biraz uzun oldu arkadaşlar sürçü lisan ettim ise affola.
Çok uzun oldu özet geç diyen arkadaşlar var ise bu kısım onlara gelsin.
Bundan sonra üste para verseler adım atmam Karaburun' a )
Moderatör tarafında düzenlendi: